8 Ocak 2003, 21:28....

Kartal minibüs durağında, saat gece bir buçuk. Soğuk rüzgar içeri sızdı kol ağızlarından. Pardesünün yakasını iyice kaldırdı. Bakışları önünde, kolunun altında çantası alt geçide doğru ilerledi, düşünürken bir yandan.

 “27 yaşın bu kadar çalkantılı olacağını tahmin edebilir miydim? Edemezdim tabii. Yine de, bunca insan, görünüşte herşeye sahip olan insanlar neden 27 yaşında intihar etmeyi seçmişlerdir? Jimi Hendrix, Jeff & Tim Buckley, Kurt Cobain... Bir sebebi, bir nedeni olmalı. Offff... Neden psikolog olmadım sanki? Kendi kendime terapi yapmak varken...

 Alt geçide geldiğinde önünü kesen suratsız adamı farketmedi bile. Herif her haliyle dünyanın çöplüğünden sızmış bir akıntıya benziyordu. Nefret kusan gözleriyle etrafı kontrol ettikten sonra çektiği bıçağı boynuna doğru uzatıp “Ver ulan cüzdanını, cep telefonunu!” diye hırladı. O, düşünceleri içine gömülmüş şekilde bir adım daha attı...

 “Yaşamın pisliğiyle mücadele etmektense, ölmeyi seçmenin onurlu olduğunu söyleyenler gerçekten zamanı geldiğinde onurlu bir amaç için hayatını feda edemeyecek kadar korkak olanlar değil midir? Elbette... Elbette... Kendi yaşamını almak, korkaklığın, yaşamın sorumluluğunu üstlenemeyecek kadar güçsüz olduğunun en büyük göstergesi. Yaşamayı dünyaya borçluyuz. Biyolojik materyal fazlası olmak için gelmedik bu dünyaya. İz bırakmadan kaçmak... Bu bana göre değil...Hem de hiç...

 “Dediğimi duymadın mı o. çocuğu! Paranı ver, deşerim gırtlağını!”. Hırsızın sesini duyan iki kişi daha tünelin diğer tarafından yaklaşmaya başladı. O ise arkasından gelen iki kişiyi de farketmedi, düşünceleri öyle yoğunlaşmıştı ki etrafındaki havayı katılaştırıyordu. Serserinin ortaklarından birisi, pardesüsünün altından tuttuğu levyeyi çıkartıp havaya kaldırdı...

 “Yaşamak lazım... Doğru olan bu, iyisiyle, kötüsüyle kabullenip dünyayı birşeyler vermek için yaşamak lazım.

 Levyeli serseri göğsünde müthiş bir ağrı, ardından aşağı doğru sızan bir ıslaklık hissetti. Dehşet içinde solundaki arkadaşına bakmak için döndü, ama arkadaşı kafasının arkasından sızan kanın oluşturduğu bir göl içinde yerde yatıyordu. Arkadaşı bıçağı kalbine saplamadan önce, o da levyeyle arkadaşının kafatasını parçalamıştı. Yarasını tuttu. Nasıl olmuştu bu? Geçidin çıkış tarafındaki adam dehşet içinde kendisine bakarken yere yığıldı.

 “Ama nasıl yapmalı, bu dünyadaki amacımı yerine getiremeden, beş dakika sonra ölmeyeceğim ne malum? Kim güvence altında ki, ben olayım...

 Serseri bıçağını savurup, çığlık atarak ileriye doğru atılmak istedi. Ama yapabildiği, dengesiz bir şekilde öne doğru tökezlemek ve anlamsız, gargara yaparcasına sesler çıkartmak oldu. Dehşet içinde iki eliyle boğazını tutarken, gırtlağından girip dilini delmiş, damağına saplanmış olan bıçağı hissetti. Nasıl olmuştu bu? Nasıl?!

İleri doğru tökezlerken, az önce parasını ve sonra da canını almak istediği yabancının gözlerine baktı. Ve anladı...

Yabancı, yoluna devam etti.

 “Offf, nereden çıktı bu düşünceler gecenin köründe şimdi? Hava da  iyice ayazladı, en iyisi şuradan taksiye atlayayım da bir an önce eve gidip sıcak çikolata yapıp kitabıma gömüleyim.

Ertesi sabah işine gitmek için alt geçitten geçen vatandaşların çağırdığı polisler, geçidin iki ucunda cenin şeklinde büzüşmüş, ağızlarından salyalar akarak bir ileri bir geri sallanan üç serseri buldular. Boş gözlerle bir daha asla geri dönemeyecekleri gerçekliğe bakıyorlardı. Önce Kartal SSK’ya, daha sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi kritik hastalar koğuşuna kaldırıldılar. Hayat devam etti.

                                   ....END OF TRANSMISSION....